19 Şubat 2010 Cuma

Kişilik Gelişimi ve Tarihi Şahsiyetler
Dr. Hasan AYDINLI

Kişilik gelişiminde birçok faktör rol almaktadır. Bu faktörler, mizaç özellikleri, karakter özellikleri, anne-babanın kişiliği ve tutumu, topluma ve kültüre ait değerler olarak sıralanabilir. Doğru ve zamanında sunulan mesajlar, çocuğun kişiliğinin daha sağlam gelişmesini sağlar. Anne-babaların üzerinde, en fazla durduğu konulardan birisi, çocuklarının sağlam karakterli olmasıdır. Doğruluk, dürüstlük, cesaret, fedakârlık, yardımseverlik, sorumluluk, vefa, sabır, azim, hak ve hukuka dikkat gibi çeşitli vasıflar ideal karakteri oluşturmaktadır. Çocuk bu vasıfları; anne-babasından görerek, anlatılanları dinleyerek ve eğitim sürecinde aktarılanları özümseyerek belli bir ölçüde kazanır. Bu özellikleri kazandırmada daha farklı ve yararlı yöntemler de kullanılabilir. Bu yöntemlerden biri, tarihimizdeki mümtaz şahsiyetlerin örnek alınmasıdır. Başka yöntemlerle kazandırılamayan bir karakter özelliği, örnek bir şahsiyetin hayatının anlatılmasıyla kolayca kazandırılabilir. İyiyi nazara verme, iyi olma sürecinde önemli bir yoldur.

İnsan, bebeklik döneminde sevdiği kişileri ve çevresindeki aile üyelerini taklit eder. Çocuğun şuuraltına önemli mesajlar veren ailesi onun kişiliğinin gelişmesine tesir eder. Bundan dolayı anne-babanın çocuklarına davranışlarıyla örnek olması çok önemlidir. Çocuklara hikâyelerle, yaşanmış hadiselerle ve mümtaz şahsiyetlerin örnek davranışlarıyla güzel mesajlar verilebilir. Okul çağında ise çocuklar; yakın çevre dışındaki kişileri de örnek almaya başlar. Bu dönemdeki çocuklar; okuduğu, dinlediği ve gördüğü kişilerin karakterlerinden de etkilenir. Ergenlik döneminde ise, gençlerin kendilerine takdim edilen kişilerin özelliklerini mantık süzgecinden geçirdikleri, yakın hissettikleri kişileri ve popüler modelleri örnek aldıkları bilinmektedir. Bu açıdan bebeklik dönemi, okul öncesi, okul çağı ve ergenlik dönemlerinde çocuklarımıza takdim edeceğimiz örnek kişiler çok iyi seçilmelidir.


Değerlerimizi tanıyan yabancı birçok kişi büyük bir hazine keşfettiğini söylerken, kendi nesillerimize bu değerleri aktaramamamız düşündürücüdür. Ve bu durumun hissettirdiği vebal duygusu, bize ağır mesuliyetler yüklemektedir. Evet, biz yeniden ‘ev’imize dönmeliyiz; yani tarihimize, değerlerimize ve kahramanlarımıza...
Bazı hâdiseler vardır ki, onların tekrar yaşanması neredeyse imkânsızdır. Söz konusu hadiselerde rol almış şahsiyetlerin karakter özelliklerinden, bizlerin ve yeni yetişen neslin haberdar olması gerekmektedir. Bu hadiselerin bilinmesi durumu, çocuklarımızla geçmiş zaman arasında bir köprü kurar ve onların gelişimlerine olumlu yansır. Tarihimiz bu açıdan son derece zengindir; kimi cesareti, kimi fedakârlığı, kimi sadakati ile şöhret bulmuş büyüklerimiz vardır. Öyleleri vardır ki, isimleri anıldığında karakteri akla gelir: Hz. Ebu Bekir’in (ra) sadakati, Hz. Ömer’in (ra) adaleti, Hz. Osman’ın (ra) edep ve hayası, Hz. Ali’nin (ra) cesareti, Hz. Halid bin Velid’in (ra) komutanlığı, Alparslan’ın kahramanlığı, Ulubatlı Hasan'ın ataklığı... Bu şahsiyetlerin tanıtılması çocuklarımızın onları örnek almasını sağlayacaktır. Bu durum onların karakterlerini güzelleştirecektir.

Ne yazık ki, tarihimizdeki bu mümtaz şahsiyetleri tam anlamıyla bugüne taşıyamıyor ve onları çocuklarımıza tanıtamıyoruz. Değişim, globalleşme ve kapitalizm üçgenine sıkışan nesillerimiz, göz göre göre, sıradan beğenilerin peşinden sürüklenen hedefsiz kitleler haline gelmektedir. "Ağaç yaş iken eğilir." deyip durmaktayız; ama çocuklarımızın gelişimi açısından çoğu kez geç kalabilmekteyiz. Meşguliyetlerimizin arkasına sığınarak, çocuklarımızı tv’ye ve bilgisayarın ne idüğü belirsiz programlarına teslim etmekteyiz. Âdeta "gizli bir eğitici" hâline gelen tv, çocukların bugününü heder ederken, yarınını da karartmaktadır. Şöhret olma, çabuk para kazanma, kendinden başkasını düşünmeme, yükselmek için başkalarını kullanma, emek vermeden kazanma, zevk ve eğlence merkezli yaşama gibi, garip bir hayat felsefesine maruz kalan çocuklarımızın karakter gelişiminde de problemler oluşmaktadır.
Çocuklarımızın hızla büyüdüğü ve zamanında verilemeyen değerlerin, gelecekte verilmeye çalışılmasının oldukça zor olduğu unutulmamalıdır. Değerlerimizi tanıyan yabancı birçok kişi büyük bir hazine keşfettiğini söylerken, kendi nesillerimize bu değerleri aktaramamamız düşündürücüdür. Ve bu durumun hissettirdiği vebal duygusu, bize ağır mesuliyetler yüklemektedir. Evet, biz yeniden ‘ev’imize dönmeliyiz; yani tarihimize, değerlerimize ve kahramanlarımıza...

Karakteri sağlam şahsiyetlerin çocuklarımıza tanıtılması, gelecek adına onlara güç verecek, ufuklarını açacak, dahası o şahsiyetler gibi olmaya gayret edeceklerdir. Tarihimize baktığımızda; doğruluk, çalışkanlık, fedakârlık, cesaret, yardımlaşma, sadakat, adaletli olma, edepli olma, sorumluluk sahibi olma, güvenilir olma gibi medeniyetimize ait değerlerin yaşandığı bir mazi görmüş olacağız. Bu çiçekleri teker teker çocuklarımıza tanıtmayı ve onların da bu renklerden bir renk almasını sağlamayı kendimize vazife bilmeliyiz. Bu konuda yapılabilecekleri şu şekilde sıralayabiliriz:

- Çocuklarımıza örnek ve başarılı kişilerin isimlerini koymalıyız.
- Bu şahısların hayatını birlikte okumalıyız.
- Çocuğumuzun olumlu karakter özelliklerini takdir etmeliyiz.
- Tarihî şahsiyetlerin çocukluk hayatından örnekler aktarmalıyız.
- Her ay bir şahsiyeti ön plâna çıkararak onu iyice tanıtmalıyız.
- İlgili şahsiyetler hakkında kompozisyon ve şiir yazdırmalıyız.
- O kişiler hakkında sorular sorup merak uyandırmalıyız.
- Tarihî şahsiyetlerin öncesinde yaşadıkları yerlere veya türbelerine ziyaretler düzenlemeliyiz.
- Onları tanıtan kitap, CD gibi eserleri alıp çocuklarımıza hediye etmeliyiz.
- Tarihî şahsiyetlerin doğum veya ölüm günlerini hatırlayarak, bu günlere özel anlatımlara ayrıca önem vermeliyiz.
- O insanların güzel sözlerini ezberletmeye çalışmalıyız.

Ocak 2004 Yıl :25 Sayı :300
http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/kisilik-gelisimi-ve-tarihi-sahsiyetler.html

10 Şubat 2010 Çarşamba

MADDÎ VE MANEVÎ TEMİZLİK

 MADDÎ VE MANEVÎ TEMİZLİK

Muhterem Müslümanlar!
İnsanların yaşadığı sıkıntılardan pek çoğunun sebebi, insanların ruh dünyasında meydana gelen bozulmadır. Zulümlerin, yıkımların, katliamların, haksızlıkların; hasılı insanlara, diğer yaratıklara ve çevreye karşı işlenen bütün cinayetlerin ve kötülüklerin temel sebebi, insanın iç dünyasında meydana gelen bozulmadır. Bir bakıma düşünce ve duygu kirliliği diyebileceğimiz bu kirlenme ile kalbi kirlenmiş insanlar, zulüm ve kötülük işlemekten asla çekinmezler. Duygu ve düşünce kirlenmesi, insanı insan yapan ve kişinin iç dünyasını süsleyen ahlâkî faziletleri bırakıp kötülüklere yönelmekle kendini gösterir.
Kalbi temiz olmayan insanlar, sevgi, saygı, adalet, ihlas, fedakarlık, doğruluk, dürüstlük ve cömertlik gibi ahlâkî faziletlerden yoksun kalırlar. Böyle insanlardan her türlü kötülük  beklenebilir.
Değerli Müminler!
İnsanların iç dünyasında meydana gelen kirlenmenin olumsuz etkileri, hayatın pek çok alanında yoğun bir şekilde ortaya çıkmaktadır.  Bu olumsuz etkilerden biri de,  içinde yaşadığımız çağda insanlığın karşılaştığı en ciddi problemlerden biri olan çevre sorunları ve çevre kirliliğidir. Bu büyük sorunun nedeni de temelde manevî kirlenmedir. Bu yüzden her şeyden önce insanları, bencilce davranışlara, haksızlığa, zulme ve bozgunculuğa iten manevî kirlilikten arındırmak gerekmektedir. 
 Muhterem kardeşlerim!
Kur'an-ı Kerim'de tabiatın korunmasına dair doğrudan emirler vardır. Hz. Peygamberin de ormanları korumaya ve ağaç dikmeye yönelik pek çok söz, fiil ve uygulaması  bulunmaktadır.  Bunun yanında çevreyi kirletmek, çevreye zarar vermek, bitki örtüsünü tahrip etmek ve ormanların yanmasına sebep olmak, ‘fesat’ kavramı içerisine  girmektedir. Halbuki Allah fesadı ve bozgunculuğu sevmez. Nitekim bir ayet-i kerimede Yüce Allah şöyle buyurur:
"İnsanlardan öyleleri vardır ki, iş başına gelince yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip, nesilleri bozmak için çalışır, Allah bozgunculuğu sevmez." (1)
Bu ayet, ormanların yakılmasına sebebiyet vermenin ve çevreyi tahrip etmenin, bozgunculuk kapsamına girdiğini göstermektedir. Bozgunculuk ise, manevî kirliliğinin en belirgin özelliklerindendir. Çünkü Müslüman’ın, bozguncu(müfsit) değil, düzeltici, yapıcı ve ıslah edici  olması gerekir. Allah bozguncuları sevmez, fakat düzeltici ve yapıcı olanları sever.
Sözlerimi bir hadis-i şerifle bitiriyorum:
"Kıyamet koparken birinizin elinde bir fidan olur da, dikmeye fırsat bulursa mutlaka onu diksin.” (2)
_____________________
1-  Bakara, 2/ 205
2- Ahmed b.Hanbel, III/184, 191

Kendini Tanımak

Kendini Tanımak!


Daha mutlu ve daha başarılı bir yaşam için altın kural: Kendini Tanımak! Hayattan keyif almak, dünyada geçirdiğimiz sayılı günleri tüketirken kendi değerlerimizin, yetenek ve potansiyelimizin farkına vararak, bunlardan faydalanarak yaratıcının istediği bir hayatı dünya üzerinde resmetmek için kendimizi tanımalıyız. Niyazi Fırat Eres niyazieres@sibermekan.comBu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır
Hayattan keyif almak, dünyada geçirdiğimiz sayılı günleri tüketirken kendi değerlerimizin, yetenek ve potansiyelimizin farkına vararak, bunlardan faydalanarak yaratıcının istediği bir hayatı dünya üzerinde resmetmek için kendimizi tanımalıyız.
Tarih kitaplarının sayfaları bu insanların bir ömre sığdırdıkları icatlarla, keşiflerle ve diğer başarılarla doludur. Kendilerini tanıdıkları ölçüde ortaya koydukları değerlerle hem tarihin tozlu sayfalarında hem de gönüllerde değişmez yerler edindiler.
Tüm insanlar verimli birer tarla gibidir. Önemli olan bu tarlaya uygun tohumu ekip, uygun su miktarını ve gübreyi doğru tespit edebilmektir. Pamuk ekilebilecek bir tarlaya arpa ekerseniz verim alamazsınız. Güneş de size yardım edemeyecektir. Ekim yapmadan önce tarlanın toprak cinsini, iklim şartlarını ve çiftçiliği iyi öğrenmelisiniz.
İnsan kendisini verimli ve etkili bir hale getirmek için de kendini iyi tanımalı, gelişim hızını, ilerleme isteğini, hayattan ve kendisinden neler beklediğini, bu istek ve beklentilere ulaşmak için neler yapabileceğini, dünyada var oluş amacını ve bu amaca uygun olarak yapması gerekenleri iyi düşünmeli, öğrenmeli ve yapmalıdır.
Kendini tanıyan insan için şu an yaşadığı hayattan daha iyi bir hayat tarzı her zaman mümkündür ve onlar bu hayat tarzına doğru ilerlemektedirler.
İnsan kendini tanımaya başladığı zaman kendinden daha çok faydalanır ve provası olmayan bu hayattan diğer insanlara göre daha fazla huzur, keyif, verim alır ve yüksek bir mutluluk düzeyi ile beraber özgüveni de artar.
Kendini tanıyan insan provası olmayan bu dünya sahnesinden en büyük alkışı alarak ayrılır.
Kendini tanımayan insan tarlasındaki toprağın cinsini bilmeden ekim yapan çiftçi gibidir. Bu çiftçi killi toprakta buğday yetiştirmeye kalkar. Kendini tanımayan insan kendine nasıl yatırım yapacağını, yeteneklerini, potansiyelini, hayatının anlamını, amacını bilemez ve sık sık karamsarlık içinde can sıkıntısı içinde yaşar.
Evde, iş yerinde, okulda ya da her hangi bir yerde karamsar ve sıkıntılı olduğunuz bir anınızı hatırlayın. Kurtulmak için neler yaptınız? Hangi sonuçları elde ettiniz? Bu sonuçlar istediğiniz sonuçlar mıydı? Düşüncelerinizde sadece dünya mı vardı yoksa inançlı bir insan olarak ahiret hayatı da düşüncelerinizde rol oynadı mı?

İnsan hayatını kendini tanıdığı ölçüde güzelleştirir.
Günümüzde kendini tanımayan milyonlarca insan istemediği yerlerde yaşıyor ve kendini tatmin etmeyen, potansiyel ve yeteneklerini kullanamadığı, kendini gerçekleştiremeyeceği işlerde çalışıyor. Hayatın anlam ve amacını bilmeden yaşayan birçok insan, yaratıcının insana yüklediği görev ve sorumluluklardan uzak bir hayat sürdürüyor.

İnsan Kendini Tanımak İçin Neler Yapabilir?:
Ünlü Alman düşünürü Goethe'ye göre; bir insanın ulaşabileceği en yüksek düzey, kendi inanç ve düşüncelerinin farkına varmak, kendini tanımaktır.
Kendini tanıyan insan bulunduğu her ortamı iyileştirmeye çalışır. İnsanlara kızmak yerine onlara yardım eder. Kendini tanıyarak ışığa ulaşan insan diğer insanların da bu aydınlığa ulaşması için onlara yardım eder.
Kendini tanıyan insan "Doğrularımla ve yanlışlarımla ben buyum." der ve yanlışlarını düzeltmeye çalışır.
Yıllar önce dört adam Kawir Çölleri’nde bir kervanla yolculuk ediyorlarmış. Akşam olduğunda ateşin etrafında oturuyor, deneyimleri hakkında konuşuyorlarmış. Dördünü’nde develere hayranlığı varmış.
Develerin huzurlu hallerine şaşırıyor, güçlerini takdir ediyor ve sabırlarını ibret verici buluyorlarmış. İçlerinden biri:
"Biz kalem ustalarıyız, bu hayvanları övmek ve tanıtmak için yazalım veya çizelim." demiş.
Bu sözleri söyler söylemez bir parşömen kağıdı alarak yağ lambasıyla aydınlanan çadıra girmiş. Birkaç dakika sonra dışarı çıkmış ve çalışmasını arkadaşlarına göstermiş. Kağıtta dinlenme pozisyonundan kalk- maya hazırlanan bir deve çiziliymiş, hem de o kadar güzel çiziliymiş ki insan canlı olduğunu düşünebilirmiş.
Daha sonra ikinci adam çadıra girmiş ve bir süre sonra develerin kervana sağladıkları yararların yazılı olduğu edebi bir yazımla dışarı çıkmış. Üçüncü olarak çadıra giren alim ise, büyüleyici bir şiir yazmış.
En son dördüncü alim çadıra girerken diğerlerini kendisini rahatsız etmemeleri konusunda uyarmış. Birkaç saat sonra ateş sönmüş ve çadırın dışındakiler uykuya dalmışlar. Fakat loş çadırdan hala kalem sesleri ve monoton bir şarkı melodisi geliyormuş. Arkadaşları dördüncü günde onu, iki ve üçüncü günde olduğu gibi boşuna beklemişler. Sonunda beşinci gün çadırın girişi açılmış ve çalışkanların çalışkanı yorgun bir halde morarmış gözlerle ve çökmüş yanaklarla dışarı çıkmış. Çenesi kısa ve sert sakallarla kaplıymış. Yorgun adımlarla diğerlerine yaklaşmış ve bir tomar parşömen kağıdını önlerine koymuş. Birinci rulonun üzerinde büyük harflerle şöyle yazıyormuş:

"MÜKEMMEL BİR DEVE YA DA BİR DEVE NASIL OLMALI?"
Siz şimdiye kadar kendinize “Mükemmel bir insan ya da bir insan nasıl olmalı?” diye sordunuz mu?
Kendini tanımak isteyen insan da kendine sorular sormalı ve cevabını aramalıdır.
Kendini tanıma zorlu bir süreçtir. Kendini tanımak isteyen insan büyük bir azim ve kararlılıkla kendi üzerinde çalışmalıdır.
İnsanlığa "Kendini bil!" diye seslenen Eflatun'un bu sözünde birçok anlam gizlidir. Bu söz bize; ne istediğini bil, kendi sınırlarını ve zayıflıklarını bil, diğer insanların gözünde ne olduğunu bil, kendi isteklerinin ve niyetlerinin farkında ol, etrafında olup bitenlerin farkında ol, her alanda farkında oluşunun derecesini artır demektedir.
İnsan kendini tanımayı gaye edindiği zaman bu iştahı giderek artar. Kendisi hakkında bilgisi olan kişi hem özgürlüğüne kavuşur hem de kendini iyi yönetir. İnsan kendini bildiği zaman Rabbini de bilir.




İşte insanın kendisini tanımak için kendine sorabileceği birkaç soru:
< Hayatımın anlamı ve amacı nedir?
< Var oluşumun bir sebebi var mı?
< Niçin yaşıyorum?
< Hayatımda hangi kararları almış olsaydım şimdi arzu ettiğim yerde olurdum?
< Şu an bulunduğum konum istediğim bir konum mu?
< Hayatımı ben mi yönetiyorum?
< Ruhsal yapımı kontrol edebiliyor muyum?
< Diğer insanlara göre daha iyi yaptığım şeyler var mı?
< Davranışlarım mantıklı mı yoksa duygulu mu?
< Yardımsever ve cömert miyim yoksa çıkarcı mıyım?
< Olgunluk derecem tepkilerimi kontrol edecek ve yönlendirecek kadar yüksek mi?
< Düşünce sistemim soyut mu yoksa pratik mi?
< Huzur kavramından ne anlıyorum?
< Huzurun kaynağı ne?
Bu sorulara gerçekçi cevaplar verildiğinde insanı harekete geçirecek sonuçlara ulaşılacağı görülecektir.
Kendini tanıyan kişi gerçekçidir. Her zaman doğru bildiği düşünceleri hayatına geçirir. Pişman olacağı işlere girişmez. İhtiyaçlarını bilir, onları temel ilke ve prensipleri ışığında karşılamaya çalışır.
Kendini Tanımak = Davranışların ve oluşturduğu etkileri farkında olmak, bunları kontrol etmek, sonuçlarını bilmek ve kabullenmektir.

Hatırlamanın En Güçlü Yolu Mnemonik Hafıza Teknikleri

Hatırlamanın En Güçlü Yolu Mnemonik Hafıza Teknikleri


Bu insanlar bu kadar bilgiyi hafızalarına nasıl almışlar? Nasıl hatırlama güçlerini bu kadar geliştirmişler? Bu sorulara verilecek tek bir cevap vardır: “Bu insanlar beyinlerinin varolan gücünün farkındadır ve beyinlerini geliştirmek için çeşitli teknik ve egzersizleri yapmaktadır.” Ahmet Yıldız Londra’da 1993 yılının Ağustos ayında II. Dünya Hafıza Şampiyonası yapılmıştı. Bu şampiyonasının birincisi 2 dakika aralıklarla sunulan 100 sayıyı hafızasına almış ve sade 30 dakika içersinde 1002 adet çift sayı üretmişti. Aynı şampiyonanın ikincisi 1000 kişinin ismini 15 dakikada öğrenmiş ve sırasıyla sayabilmiştir. Bir başka yarışmacı ise Blackpoll'daki otellere ait olan 15 bin telefon numarasını ezbere söyleyebilmiştir.
Bu insanlar bu kadar bilgiyi hafızalarına nasıl almışlar? Nasıl hatırlama güçlerini bu kadar geliştirmişler? Bu sorulara verilecek tek bir cevap vardır: “Bu insanlar beyinlerinin varolan gücünün farkındadır ve beyinlerini geliştirmek için çeşitli teknik ve egzersizleri yapmaktadırlar.”
Hatırlamaya yardımı olan teknikler, stratejiler “mnemonik teknikler” olarak ifade edilmektedir. Mnemonik kelimesi eski Yunan'da hafıza tanrıçası olan “mnemosyne” den gelmektedir.
En çok kullanılan ve uygulanan mnemonik tekniklerden bahsetmeden önce bu tekniklerin uygulanması sırasında dikkat edilecek ilkelerden bahsetmek gerekir. Nedir hafıza teknikleri uygulanırken dikkat edilmesi gereken ilkeler:
1. Anlamlı Hale Getirin 2. Belirli Biz Düzende Hafızanıza Alın 3. Çağrışım Kurun 4. Soyutları Somuta Çevirin 5. Zihinde Canlandırın (Hayal Gücü Kullanın), Gerçekleşmesi imkansız olan hayaller kurabilirsiniz. 6. Dikkat ve ilgi odaklayın yani kurulan çağrışımlar mümkün olduğunca dikkat çekici olmalı. Bu şekilde hafızaya kaydedilen bilgiler daha kolay hatırlanır.

Kullanılan Hafıza Teknikleri ve Uygulama Örnekleri
Hafıza teknikleri konusunda uzmanlık kazanmış kişilerin ve araştırmacıların kullandıkları bazı hafıza tekniklerini ve nasıl uygulayabileceğinizi öğrenmeye ne dersiniz?

1. Akrostiş Metodu:
Akrostiş metodu, hafızaya alınmak istenen cümlelerin ilk harfleri kullanarak anlamlı veya kafiyeli, hafızada daha kalıcı olan başka bir kelime veya cümle oluşturma işidir. Burada iki ana kelime karşımıza çıkıyor; anlamlı ve kafiyeli. Bazı akrostişe edilmiş kelimeler anlamsız olabilir, ancak kafiyeli ve hafızada kalıcı bir özelliğe sahiptir. örneğin; “SSK” , “MEB” gibi. Bazı akrostişe edilmiş kelimeler ise anlamlı olabilmektedir. Örneğin “SENİ” akrostişi gibi.

Uygulama Örneği:
Dil bilgisi dersinde sıfat fiiller konusu vardır. Başlıca sıfat filer şunlardır; an (en), ası (esi), maz (mez), ar (er), dık (dik), acak (ecek), mış (miş).
Bunları şu şekilde hafızanıza kaydedebilirsiniz: “Anası mezar dikecekmiş.” Daha sonra öğretmen size sıfat fiilleri yazılıda sorunu şu şekilde hafızanızdan çıkarıp kullanacaksınız; An - ası mez - ar dik - ecek - miş
2. Bağlama Metodu:
Bu metotla hafızaya alınmak istenen bilgilerin sunulan sırasına göre hafızaya alınması bu metodun ana noktasını oluşturmaktadır. Bu metot uygulanırken iki basamak kullanılır:
1- Listelenen bilgilerin her maddesinin görsel şekli oluşturulur.
2- Her maddenin görsel şekliyle bir sonraki madde arasında bağlantı kurulur.
Böyle her bir madde birbiriyle görsel olarak bağlanacak ve zincir oluşturulacaktır. Bu metotla hafızaya alınmak istenen bilgiler görsel olarak öyküleştirilir. Böylece sağ beyin aktif hale gelir ve bilgiler hafızaya kaydedilmiş olur. Gerektiğinde ise yine aynı sırayla zihne çağrılarak kullanılır.

Uygulama Örneği:
Bu metodu kullanarak Marmara Bölgesi’nde yetişen tarım ürünlerini sırayla hafızamıza alalım.
Marmara Bölgesi’nde yetişen tarım ürünleri; zeytin, pamuk, tütün, şeker pancarı. Bu metodu kullanarak şu şekilde hafızaya alabilirsiniz; “Evde akşam uyurken karşınıza aniden kocaman, ejderhaya benzeyen bir kedi çıktı. Kedi size sert sert bakarak mar, mar (Marmara) diye sesler çıkarıyor. Ondan o kadar korktunuz ki hemen evden dışarı çıkarak tarım malzemelerinin bulunduğu dolabın içerisine girdin. Dolabın içerisi çok karanlıktı. Bu nedenle yerde bulunan zeytinleri görmeyerek dengenizi kaybettiniz ve kafanızı dolabın içindeki pamuğa çarptınız. Kafanızdan musluktan boşalırcasına kan akmaya başladı. Kanın durdurmak için kafanızı dolapta bulunan tütün ile sardınız. O sırada acıdan bayıldınız. Uyandığınızda kendinizi şekerpancarı ekili olan tarlada.”
Okuduğunuz bu paragrafı gözlerinizi kapatarak zihninizde anlamlandırın. Olayı yaşayın. Şimdi Marmara Bölgesi’nde yetişen tarım ürünlerini bir kağıda yazın. Hepsi hafızanızda değil mi?

3. Yerleşim Metodu:
En eski hatırlama hafızaya alma tekniği budur. M.Ö. 500 yılan kadar uzanan bir hikayesi vardır.
Bu metotta iyi bilinen sabit yerler ile hatırlanmak istenen bilgiler birbirine bağlanır. Daha sonra bu sabit yerlerde dolaşılır. Bu metotta iki önemli ilke vardır; 1- Bilinen yerleşim yerleri doğal bir şekilde ve mantıklı bir sırada ezberlenir. Yani her sayı bir yerle isimlendirilir. 2- Hatırlanmak istenen bilgi yürüyüşe çıkarılarak yerlerine yerleştirilir.

Uygulama Örneği:
1. Aşama: Yürüyüş yapağınız yerleşim yerlerini doğal, bildiğimiz tarzda ezberliyorsunuz. Bunun için bir yerden bir yere giderken uğradığınız yerler olarak da düzenlerseniz daha kolay ezberlersiniz. Evden okula giderken uğradığınız yerler.
a) ev b) market c) park
2. Aşama: Hatırlanacak bilgiler belirlenir ve yürüyüş yapacağınız yerler ile bağlantı kurulur.
Hatırlanacak kelimeler (Edebiyat dersinde öğretilen ve paragraf sorularının temelini oluşturan maddeler):
a) öyküleme (hikaye etme), b) betimleme (tasvir etme) c) açıklama
3. Aşama: Evden okula giderken uğradığınız yerlerin her birine hatırlamak istediğiniz bilgiyi yerleştireceksiniz. Bunu da hafıza teknikleri ilkeleri doğrultusunda yapacaksınız.
A. Yürüyüş yapılan yer “ev”, hafızaya alınmak istenen bilgi ise “öyküleme (hikaye etme)” arasında ilginç çarpıcı bir çağrışım (hayal) kurulacak.
Evde sabah kahvaltısı yaparken babanızın size hayat hikayesini (öyküleme) anlattığını düşünebilirsiniz.
B. yürüyüş yapılan yer “market”, hafızaya alınmak istenen bilgi ise “betimleme (tasvir etme)” arasında ilginç çarpıcı bir çağrışım (hayal) kurulacak.
Marketin sahibi olan yaşlı bir amcanın size okuduğu sınıfı tasvir ettiğini hayal edebilirsiniz.
C. yürüyüş yapılan yer “park”, hafızaya alınmak istenen bilgi ise “açıklama” arasında ilginç çarpıcı bir çağrışım (hayal) kurulacak.
Parkın yanından geçerken kocaman bir çocuğun yolunuzu kestiğini ve size buradan geçmemenizi söylediğini. Bunun nedenini sorduğunuzda ise size açıklama yapmaya başladığınız hayal edebilirsiniz.

4. Asma Metodu (Rakam-Şekil Metodu):
Asma metodu 17. yüzyılın ortalarında Henry Herdson tarafından geliştirilmiştir. Yerleşim sisteminin devamı olarak ortaya çıkmıştır. Bu metotla hafızaya alınmak istenen bilgiler somut olan nesnelere zihinsel olarak asılır. Bu metotta rakamlar benzediği bazı nesneler ile temsil edilir. Örneğin;
1 sayısı kaleme benzediği için kalemle özdeşleştirilebilir.
2 sayısı kuğuya benzediği için kuğuyla özdeşleştirilir.
3 sayısı martıya benzediği için martıyla özdeşleştirilir.
Sizde örnektekilerden farklı olarak size o sayıyı çağrıştıracak benzeşmeler kurabilirsiniz. Oluşturduğunuz benzeşmeleri (özdeşleşmeleri) ise ezberlemeniz gerekir. Sayıların benzediği nesnelere göre bir özdeşlik kuracağınız için ezberlemesi de hiç kuşkusuz daha kolay olacaktır.
Bu metot az ve öz bilgiyi hafızaya almak için kullanılması gereken bir yöntemdir.

5. Fonetik Alfabe Metodu:
Buraya kadar size dört adet çeşitli hafıza tekniklerinden bahsettik. Bir de öyle bir teknik var ki hepsinin en muhteşemi ve en kullanışlısı olarak görülmektedir. Bu metotla hafızaya bilgileri çok kolay ve rahat bir şekilde alabileceksiniz. Bu yöntem hafıza uzmanları tarafından da en çok kullanılan yöntemdir. Bu yönteme “fonetik alfabe metodu” denmektedir.
Bu metodun temeli isminden de anlaşılabileceği gibi yeni bir alfabe oluşturmaya dayanır. Bu alfabeye de “fonetik hafıza alfabesi” ismi verilir.
Fonetik hafıza metodu Wikelman'ın 1948 yılında alfabedeki harflerle sayıları eşleştirmesi sonunda keşfettiği sayı-harf sistemine dayanmaktadır.
Bu hafıza tekniğinin diğer hafıza tekniklerine göre daha avantajlı olmasının nedeni sayıların hatırlanmasında daha kullanışlı olmasıdır.
İsimlerin Hafızaya Alınması:
İsimleri hafızaya alabilmek için şu ilkeleri uygulamalısınız;
1- Bugünden itibaren tanıştığınız herkesin ismini hatırlamak için her şeyi yapacağınıza söz verin.
2- İlk tanıştığınızda kişinin ismini doğru duymaya özen gösterin. Hatta tekrar etmelerini sağlayın. Mümkünse ona anlamını sorun.
3- Onunla konuşurken ismiyle hitap edin ve sürekli ismiyle hitap etmeye çalışın.
4- Tanıştığınız kişinin ismiyle daha önce tanıştığınız bir kişiyi veya nesneyi, materyali bağdaştırın.
5- Kendinize bir defter tutun. Tanıştığınız kişilerin isimlerini o deftere yazın. Hatta benzeşmelerini de yazın. Yeni yeni isimlere karşı tecrübe edinin.
6- İçinizden onun ismini tekrar edin.
7- Tanıştığınız kişinin yüzüne bakın ve onu. Çok iyi tanıdığınız ve isme karşılık gelen biriyle özdeşleştirin.

Yabancı dildeki bir kelime ve anlamı nasıl hafızaya alınır?
Hafızanıza alacağınız yabancı dildeki kelimeyi belirliyorsunuz. Yabancı dildeki kelimenin okunuşuyla, anlamı arasında “güçlü hafıza teknikleri”nin ilkelerini uygulayarak bir çağrışım (bağlantı, hikaye) kuruyorsunuz. Nasıl mı? İngilizce'de “yemek” kelimesinin karşılığı “eat” dır.
Ve telaffuz edilirken “it” şeklinde telaffuz edilir. Şimdi bu kelimeyi ve anlamını hafızamıza alalım: “10 katlı evinizin balkonunda oturmuş yemek yerken sokaktan geçen bir itin zıplayarak yemeğinizi kapıp kaçtığını ve yediğini daha sonra it yemeğimi yedi diye bağırarak ağladığınızı hayal edebilirsiniz.”

9 Şubat 2010 Salı

Niçin Yaratıldık

Niçin Yaratıldık
M. Sâmi Ramazanoğlu
2007 - Mart, Sayı: 253, Sayfa: 030
Allah Teâlâ buyuruyor:
"O hanginizin ameli daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için gökleri ve yeri altı günde yarattı. Bundan evvel ise arşı su üstünde idi. Andolsun ki, "ölümden sonra muhakkak yine diriltileceksiniz" desen kafir olanlar mutlaka, "Bu apaçık bir aldatmadan başka bir şey değildir," derler."
Beyzâvî'nin beyânına nazaran, Cenâb-ı Hakk'ın mülk ü saltanatı sâir mahlûkatı halk etmeden evvel su üzerinde câri idi. Daha evvel suyu yaratmış olduğu için ona hükümran idi. Bu, "arş suyun üzerinde, sırtında idi" demek değildir. Gökle yerin yaratılışından evvel arş ile bunların arasında sudan başka bir şey yoktur demektir. Bundan istidlal olunduğuna göre arşdan sonra yaradılan sudur.
"Sizin hanginizin amelinin daha güzel olacağını imtihan etmek için" demek, sizi, imtihanınıza sebeb olacak kimselerin muamelesine tâbî tutup imtihan edecek, hanginizin amelinin en güzel olduğunu ve kimin ihsan erbabı, kimin isâet ehli olduğunu meydana koyduktan sonra sevab ve ikab olarak mücâzatda bulunacaktır.
Mahlûkatın halk olunmasından maksad-ı aksâ, onların Hak rızâsını kazanmak yolunda amellerin en güzellerine tevessül etmeleridir. Çirkin ve münker fiillerin de terkedilmesi terakki için zaruridir. Amelden murad da, kalbin ve cevârihin kendilerine mahsus amelleridir.
Bu sebebden dolayı Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu
âyet-i celîleyi "Sizin hanginizin ameli en güzel olacağını imtihan etmek için" demek hanginizin aklının en güzel olup haramlardan titizlikle kaçınacağını ve Allah'a itaatte ne derece gayret göstereceğini imtihan etmek için demektir, diye tefsir etmişlerdir.
Kalbin ve kalıbın kendilerine mahsus amelleri vardır. Kalb, nasıl kalıbdan üstün ise onun ameli de kalıbın amelinden üstündür. Ma'rifetullah kazanılmadan salih amel işlemek mümkün olamıyacağı cihetle kullara vacib olan bunun yolunu tutmaktır. Bunun nazarî yolu, san'atının incelikleri üzerinde tefekkür, amel yolu ise O'nun emirlerini tutmak, nehiylerinden kaçınmaktır. Çünkü emirleri ve nehiyleri anlamadan ibadet ve taat olmaz.
Allah Teâlâ yarattığı insanın her azâsını, ne için yaratmışsa o yolda isti’mal olunmasını irâde etmektedir. Kalbin mâ-hulikaleh’i yani ne için yaratıldığı sual edilirse, onun yaradılış sebebi ma’rifet ve tevhidle meşgul olmak, lisanın vazifesi de şehâdet ve tilâvetle meşgul olmak, istihzâ ve benzeri mezmum fiilleri terk etmektir.
Kim, her bir azâyı mâ-hulikaleh’ine isti’mal etmek hususunda ahd-i ilâhiye vefâ göstermezse Cenâb-ı Hakkın gazabına ma’ruz kalır.
*
İnsanın niyyeti dört vasıfdan hâlî olmaz:
1-Dilinden ve gönlünden düşmeyen şey dünyâ ise bu kimse niyyeti ve ameli kötü kimsedir.
2- Dilinden düşmeyen şey ahiret, gönlünden çıkmayan şey dünya ise bu kimse de niyyeti ve ameli kötü kimsedir.
3- Dilinden ve gönlünden eksik olamayan şey âhiret ise o kimse niyyeti ve ameli güzel kimsedir.
4- Dilinden ve gönlünden düşmeyen şey Allah Teâlânın rızâsı ise bu kimse de niyyeti ve ameli en güzel olan kimsedir.
Bunlardan birincisi kafirlerin hâli, ikincisi münafıkların, üçücüsü ebrarın, dördüncüsü de mukarrebînin hâlidir.
*
Hak Sübhanehu ve Teâlâ buyuruyor ki:
"Biz, yeryüzünde olan mevcudatı yeryüzü için ziynet kıldık, onların hangisinin amelinin güzel, en güzel olacağını imtihan edelim diye.
Bundan sonra biz onun üzerinde olan şeyleri elbette kupkuru bir toz-toprak haline getireceğiz." (Kehf sûresi, 7-8)
*
"And olsun ki biz, kendilerinden azabı sayılı bir müddet kadar gecikdirsek mutlaka diyeceklerdir ki, "Bunu alıkoyan sebeb de ne?" Haberiniz olsun ki o, bunlara geleceği gün kendilerinden döndürülecek değildir. Eğelenceye alageldikleri azab onları çepçevre kuşatacaktır."
(Ramazanoğlu Mahmud Sâmî,
Yûnus ve Hûd Sûreleri Tefsîri, s. 76-79)

Kişisel Gelişim Nedir ?

Dünya tarihi açısından kısa sayılmayacak bir süredir, adına modernizm-kapitalizm denilen sistemin etkisi altındayız. Özünde maddeci, hazcı ve bütünüyle dünyevi olan bu sistem, din ve ideoloji karışımı bir garip terkip gibi duruyor. İnsan ve hayatıyla alakalı her şeye karışan, bunları dönüştüren, yeri geldiğinde kullanan bir yapıdan bahsediyoruz.
Herkesi tüketici ve müşteri derekesine düşüren ve bütünüyle pozitivist(maddeci) olan çağdaş dünya, insanın manevi ihtiyaçlarına da el atmada gecikmedi ve maşallah(!) bu alanda da epey mesafe katetti. Her ihtiyacı paraya ve pazara çevirmekteki baş döndürücü maharet ve sezgisi ile bizlere “sorunlarımızı aşmamıza yardımcı olması için” yeni, koca bir uğraş ve oyalanma alanı açtı: Kişisel Gelişim Dünyası...

KİŞİSEL GELİŞİM NEDİR?

Tanımlara göre kişisel gelişim; yaşam kalitesini, yaşamın esas unsurları doğrultusunda artıran bir sistemdir. Yaşamın esas unsurları ise; mutluluk, sağlık, maddi refah, güvenlik, iyi ilişkiler, iç huzur, umut, iyi seviyelerde aile ilişkileri olarak tanımlanır. Birey bazı tekniklerle, var olan potansiyelini ortaya çıkarmayı, maksimum düzeyde ve doğru yönde kullanmayı hedefler. Kabiliyetlerini doğru yerde kullanan kişinin, ilgi ve yeteneklerine uygun başarılar sağladığında hem kendine güveninin arttığı, hem iç huzuru yakaladığı, hem de çevresiyle daha iyi ilişkiler kurduğu ve böylece daha mutlu biri olduğu iddia edilir. Ancak, iç huzurun hayatta sağlanan başarılara bağlanması, içte değil de dışarıda aranması, bir hayli dikkat çekicidir.

Bizim inancımızda kişi kendine değil, Allah Teala’ya güvenir, dayanır. O’na dayanan kişi ise her türlü zorlukla mücadele edebilir. Arzu ettiklerine kavuşamadığı zaman da, bunun Allah’ın takdiri olduğuna ve ruhsal gelişimi için bunları yaşaması gerektiğine inanır. Müslüman kişinin, dünyada her şeye ulaşma gibi bir lüksü ve dileği olamaz. Çünkü bu dünya hayatı asıl hedef değil, ahiret yurdunun tarlasıdır.

Çağdaş dünyanın temel düşünce zemini “Allah’a ve Ahiret gününe iman”a yaslanmaz. Varsa yoksa dünya hayatını mamur etme ve mümkünse “1000 yıl yaşama” felsefesine dayanır. Dolayısıyla birey ne isterse elde etmeli, edebilmelidir. Canı neyi çekerse sahip olmalı, bunun için de maddi ve manevi her türlü imkan ve güçle donanmalıdır. Bakış açısı böyle olunca da gelsin “Secret”, NLP, EFT (Duygusal Özgürleşme Teknikleri), beyin ve özgüven geliştirme teknikleri, olumlu düşünme sanatları, Reiki ve Yoga seansları ve daha neler neler… Metin Eloğlu’nun o ölümsüz mısralarını hatırlamamak elde değil burada:
İnsan neler için doğuyor da
Neler için yaşayıp
Neler için ölüyor.

MUTLULUK GETİRMİYOR

Kişisel gelişim adı altında vaat edilenler göz kamaştırıcı olsa da elde edilen hep huzursuz, hırslı ve gergin insanlar; yarı-ilah, kibirli, her arzu ve hevesinin peşinde koşturan, mızmız, ulaşılmaz, konuşulmaz, burnundan kıl aldırmaz bireyler oluyor. Hiçbir kişisel gelişim kitabı ya da öğretisinde tevazu, kanaatkarlık, paylaşım, dayanışma, yardımlaşma, nezaket gibi güzel ahlakın unsurları bizatihi tavsiye edilmez, sadece bireysel hedeflere ulaşmadaki katkılarına vurgu yapılır. İnsanlar sahteliğe, sathiliğe, agresifliğe yönlendirilir ve bunlar öyle yaldızlanıp pazarlanır ki; insan, yaşamanın tek yolunun öyle olmaktan geçtiğine inanır hale gelir. Bakmıyor musunuz yanınıza-yörenize, sokaklardan akan ve kurumlara-plazalara doluşan insanlara. Kişisel olarak gelişmiş bireyler değiller mi yeterince?

RUHSAL SÖMÜRÜ DÜZENİ

İnsanı maddi açıdan (mesela film ve reklam endüstrisiyle) sömüren ve aldatan sistem, manevi açıdan da onu bir sığlığa, yokluğa ve açmaza sürüklemektedir. Allah’a kulluk yapmaktan kaçınan her sistem ve kişiyi bekler bu sonuç aslında. Böylesi sistem ve yapılar sömürüp kendine esir ararken sürekli, onların boyunduruğuna yakalanan insanlar da manen ve ahlaken yozlaşmaya, çürümeye, alçalmaya mahkum olur kaçınılmaz olarak.
Aslında tüm mesele, insanın kendini bu dünya hayatında nereye konumlandırdığı ile ilgilidir. Yaşam biçimini Din’e dayandırmayan, hayat gayesini itikada bağlamayan her insan bu tehlike ve tuzaklara yakalanma riskiyle karşı karşıyadır. Mesele ciddidir, kişisel gelişim kılıfıyla insanlar dini düşünce, ahlaki seviye ve insani mertebelerden uzaklaştırılmakta, hırs ve şehvetlerin kısır döngüsüne esir edilmektedir. Halbuki, biz Müslümanların edinmesi gereken ahlaki ilke ve yaşam prensipleri Kitap ve Sünnet’te bellidir, açıktır. Bizim rehber ve mürşidlerimiz ne idüğü belirsiz guru ve yazarlar değil, başta Peygamberimiz ve peygamberler olmak üzere bizden olan tasavuf erenleri, din alimleri ve bilginleridir.

Büyüklerimiz, bugün adına kişisel gelişim denilen konuları, bir gelenek içinde ahlaki bir öğreti olarak kendilerinden sonraki kuşaklara aktarıyorlardı. Fakat çağımızda bu erdemler, Allah’ın emirlerine uygun bir yaşam biçimi olarak değil de, bir imaj olarak öğretiliyor. İbrahim Zeyd Gerçik bu olumsuz gidişatı şöyle değerlendiriyor:
“Bu sahayla uğraşan birçok kişi; tarihimiz, edebiyat ve sanatımız, dini algılama biçimlerimiz konusunda derinliğe sahip değil. Medeniyetimizde bu alanda bizi besleyen eser ve kişiler, yeterince tanınmıyor. Bu eserleri tanıyanlar, bunu günümüz kültürel yapısına göre harmanlayamıyor. Bu alanla uğraşan birçok kişinin ise böyle bir derdi yok. Toplumun birçok kesiminde Batı Medeniyeti ve ürünlerine ilişkin eziklik ve yenilmişlik duyguları atılamadığı için batıdan ithal edilen her kavram çabuk müşteri buluyor. Günümüz insanı, sabrederek olgunlaşmaya değil hemen tatmin olmaya yöneliyor.”

İbrahim Zeyd Gerçik, başka kültürlerden edinilen bilgi ve izlenimlerin, bizim gibi farklı bir kültüre sahip olanlara aktarılmasında uyum problemleri yaşandığını ifade ediyor. Bunu aşmanın en temel yolunun ise, kendi toplumunun kültürünü inşa eden kaynakların tanınması ve aktarılacak bilginin ahlaki ve psikolojik değer yargılarıyla uyumlu olması durumunda yeniden harmanlanması olduğunu öne sürüyor. Bu anlayışın ise bu işe yönelen kişilerde iki şeyin öne çıkmasıyla mümkün olabileceğini söylüyor: Topluma ve hayata karşı sorumluluk ve kendi tarihine ilişkin aidiyet duygusu. Gerçik, bu iki duyguyu taşıyan kişilerin artmasıyla, sağlam yaklaşım ve tutarlı eserlerin sayısının da artacağını belirtiyor.

GELİŞİM ŞOVMENLERİ SAHADA

İbrahim Zeyd Gerçik, bu çalışmalardan rant elde etme peşinde olanların işini kolaylaştıran durumları ise şöyle yorumluyor: “Bunun dört temel nedeni olduğunu düşünüyorum. Birincisi toplumumuzda okuma, araştırma, sorgulama düzeyinin istenilen nitelikte olmaması. Bu durum, toplumun gerçek yetkinlikle sığ olanı birbirinden ayırmasını zorlaştırıyor. İkincisi Türkiye’de birçok alanda olduğu gibi eğitim ve danışmanlık alanında da sektörel standartların, kuralların ve denetimin olmaması nedeniyle, alanında yeterli donanıma sahip olmayan bazı kişilerin kendilerini eğitimci ve danışman olarak sunmasını kolaylaştırıyor. Bu ise ehliyetsiz bazı insanların da sahada rahatlıkla hareket etmesine imkan veriyor. Üçüncüsü değer çözülmesiyle ilgili. Başarı; neyi, nasıl, hangi kalite ve doğrulukta aktardığınıza değil de aldığınız sonuca, kahkaha ve alkışa göre değerlendirilince, eğitimcilerden çok şovmenler sahayı dolduruyor. Eğitirken eğlendirmek tabi ki önemli, yalnız bunun dengesi her zaman korunmuyor. Dördüncüsü ise yayın kuruluşlarının bazı kişileri pazarlama teknikleriyle öne çıkarmasından kaynaklanıyor.”
Söze konu olan teknik ve usullerle insanın kendini bulması, düşünce ve zihin berraklığına kavuşması, iç huzuru ve dış dünyayla barışı elde etmesi mümkün değildir. Modern dünya, dini kamusal alandan kovduğu gibi, kişisel ve içsel dünyalardan da tamamen silme peşindedir. Bunu yapmaktadır, çünkü kendi selameti ve bekası için bunu bir gereklilik olarak görmektedir. Ancak Rahmani bir varlık olan insandan dini uzaklaştırdığınızda, onu düşürdüğünüz dereke ve ortaya çıkan ucube ile baş etmenin yolları henüz keşfedilmiş değildir, edilecek gibi de görünmüyor. Eninde sonunda insan, asıl mecrasına ve yatağına dönerek orada akmanın ve kendini gerçekleştirmenin yolunu bulacaktır. Bunun önünü kesebilecek bir sistem ya da gücün, sürekli olması ihtimali de yoktur ki, tarih buna şahittir.

KİŞİSEL GELİŞİM ÇALIŞMALARI NEDEN BU KADAR ARTTI?

Bilim ve Sanat Vakfı’nda “İletişim Psikolojisi” üzerine dersler veren, Yönetim Psikolojisi ve İnsan Kaynakları Yönetimi konusunda kitapları olan İbrahim Zeyd Gerçik, kişisel gelişimle ilgili çalışmaların son dönemlerde artmasını şu sebeplere bağlıyor:
• Aile ilişkilerinin zayıflaması.
• Kişilerin, problemleri çözme konusunda kendilerine destek olabilecek aile, dostluk ve cemaat     ilişkilerini kaybetmesi.
• Toplum olarak insanımızın birçoğunda öne çıkan özgüven zayıflığı.
• Şahsiyet gelişiminin zayıflaması.
• Otoriteyi ve karizmatik liderliği besleyen bir anlayışın kültürümüzde daha fazla öne çıkması.
• Kapitalist hayat biçiminin toplumun her kesiminde kendini göstermeye başlaması.
• Kişiliğin farklı durumlara göre pazarlanabilir, değiştirilebilir bir gerçeklikmiş gibi sunularak, değerlerden beslenen bir duruştan çok kendimizi nasıl sunduğumuza ilişkin imajın, görüntünün ilişkilerde öne çıkması.
• Bir seminerle veya birkaç kitap okuyarak, kişilerin içinde bulundukları hayatı değiştirebilecekleri yanılsamasına inanmaları.
• İnsanımızın kanaat, sabır, şükür gibi değerleri zayıfladıkça, içindeki boşluğu kapatacak, hayatını hemen değiştirecek reçeteler aramaya başlaması.
• Bazı kişilerin sundukları bazı bilgileri; kültürel farklılıkları, kişisel kapasite ve irade gücünü dikkate almadan kişilerin hayatını değiştirecek mucizevi ve evrensel gerçeklermiş gibi ticari bir zihniyetle topluma sunmaları.

TRAJİKOMİK DURUMLAR

Kişisel gelişimin öğreti ve prensipleri trajikomik durumlar da oluşturuyor. Mizah ustaları bunlardan malzeme olarak çok faydalanıyorlar. 1000 yıllık Anadolu tasavvuf ikliminden habersiz ya da buna burun kıvıran insanlar, dünyanın bir ucuna giderek mesela ağır kokulu Hind mahallerinde kendini arıyor, huzur kovalıyor, insani potansiyellerini açığa çıkarmak istiyorlar. Üstelik bunu yapanlar genelde zengin ve eğitimli kesimler. Yüklü ücretler karşılığında, kerameti kendinden menkul sözüm ona “guru”ların ayakları dibine çömelip seanslara katılıyor, komik ve oldukça basit hareketlerle ruh ve zihin dünyalarına nüfuz etmeye çalışıyorlar. Bazı mizahçılar bunlara “Guru Gürültü” yakıştırması yapıyorlar. Diğer bir kesim batıya yönelip kükürt kokulu, demir ve çelik yapılar üzerinde yükselen şehirlerde, hikmet ve irfan arayışına giriyor Londra’da, Newyork’ta, Amsterdam’da. Şimdi bu manzaralarla İslam’ın ya da tasavvufun o derin, nurlu ve maksada erdiren öğreti ve amellerini kıyasladığımızda fotoğraf netleşir zaten. Bir taraf insanı maddi ve manevi olarak sömürürken, diğer taraf onu en güzel ahlak (Ahsen-i takvim) burcuna çağırıyor. Ama işiten ve buna icabet eden nerde bu çağda?

KİŞİSEL GELİŞİMİN ACI GERÇEKLERİ
ÇETİN ÖZBEY (YAZAR):

Kişisel gelişim adına yazılmış kitapların geneline bakıldığında aradaki benzerlikler, açıkça görülebilmektedir… Birçoğunun da etkisi oldukça kısa süreli ve oyalayıcı olmaktan öteye geçememektedir. Okuyan kişi kısa sürede birçok başarıya imza atacağına inanır ve özgüveni hiç yükselmediği kadar yükselir. Birkaç gün sonra kişinin motivasyon ve özgüven düzeyi eski haline döner. Bu kitaplarla motivasyonunu sürekli canlı tutan ve başaracağına dair aşırı inancı gelişen bazı kişiler de her çabaya rağmen başaramadıklarını görünce, ruhunda acı izler bırakan hayal kırıklıkları yaşabilmekte ve psikolojik sorunlarla yüz yüze gelebilmektedirler. Aslında bunların bir kısmı, yapay bir etkiyle kapasitelerinin ve yetilerinin üstünde amaçlar hedeflemektedirler. Dolayısıyla ne yaparlarsa yapsınlar, o hedeflerine asla ulaşamazlar.

Kişisel gelişimcilerin en temel araçları, olağandışı başarıları yakalayan ve ani çıkışlar yapan kişilerin yaşam öyküleri, mitlerden ve masallardan alınan yaşantılar ile başarı ve motivasyon adına söylenmiş özdeyişlerdir. Gerçek diye yansıtılan birçok öykü ise aslında yaşanmamış, tamamen birer hayal ürünüdür.

Genç Kalmanın Yolları

Genç Kalmanın Yolları

Peki gençleşmenin para vermeden de olabileceğini biliyor musunuz? Reader's Digest dergisinde yer alan haberde, işte genç kalmanın ücretsiz 5 yolu:
1. Egzersiz yapmak gençliğin kaynağıdır. İnsanlar kendilerini, güzel kıyafetlere bakarak, ve egzersiz yaparak zayıf bir vücuda sahip olan insanlara dikkat ederek ve "Bu kişiler egzersiz yaparak kilo veriyorlar. Onlar yapabiliyorsa, ben neden yapmayayım?" şeklinde kendilerini motive ederek zayıflayabilirler.
2. Uyku ücretsizdir, bunun avantajından yararlanın. Uyduğumuz zaman, vücudumuz bizi sağlıklı ve genç tutan hormonlar üretiyor. Yeterince uyuyarak bu hormonları bedava kazanırken neden genç kalmak için hormon ilaçlarına para vereceksiniz?
3. Su için. Son zamanlarda yapılan araştırmalar, 8x8 (günde 8 bardak, 8 - 225 gram) efsanesini yalanladılar. Saf ve taze su herkes için iyidir. Kendinizi sınırlandırmayın, şartlandırmayın ve içebildiğiniz kadar bol su için.
4. Kahkaha atın. Gülmek insanı gençleştirebilir ve kalp hastalığından koruyabilir mi? Maryland Üniversitesi Tıp Okulu'ndaki araştırmacılara göre, bu doğru. Kardiyologlar tarafından yapılan araştırma, kalp hastalarının günlük yaşam durumlarına karşı daha az gülümsediklerini gösterdi. Araştırmanın lideri Dr. Michael Miller, "Sağlıklı bir kalp için günde bir kez egzersiz, doğru beslenme ve birkaç kez kahkaha atmak gerekiyor" dedi.
5. Tefekkür (meditasyon): Psychosomatic Medicine dergisinde yayınlanan araştırmanın lideri, California Üniversitesi Los Angeles (UCLA)'da görevli psikolog David Creswell, bilinçli tefekkür (meditasyon) programlarının ruhu ve insan sağlığını iyileştirdiğini söyledi.
Zaman Online

Genç Kalmanın Yolları

Genç Kalmanın Yolları

Peki gençleşmenin para vermeden de olabileceğini biliyor musunuz? Reader's Digest dergisinde yer alan haberde, işte genç kalmanın ücretsiz 5 yolu:
1. Egzersiz yapmak gençliğin kaynağıdır. İnsanlar kendilerini, güzel kıyafetlere bakarak, ve egzersiz yaparak zayıf bir vücuda sahip olan insanlara dikkat ederek ve "Bu kişiler egzersiz yaparak kilo veriyorlar. Onlar yapabiliyorsa, ben neden yapmayayım?" şeklinde kendilerini motive ederek zayıflayabilirler.
2. Uyku ücretsizdir, bunun avantajından yararlanın. Uyduğumuz zaman, vücudumuz bizi sağlıklı ve genç tutan hormonlar üretiyor. Yeterince uyuyarak bu hormonları bedava kazanırken neden genç kalmak için hormon ilaçlarına para vereceksiniz?
3. Su için. Son zamanlarda yapılan araştırmalar, 8x8 (günde 8 bardak, 8 - 225 gram) efsanesini yalanladılar. Saf ve taze su herkes için iyidir. Kendinizi sınırlandırmayın, şartlandırmayın ve içebildiğiniz kadar bol su için.
4. Kahkaha atın. Gülmek insanı gençleştirebilir ve kalp hastalığından koruyabilir mi? Maryland Üniversitesi Tıp Okulu'ndaki araştırmacılara göre, bu doğru. Kardiyologlar tarafından yapılan araştırma, kalp hastalarının günlük yaşam durumlarına karşı daha az gülümsediklerini gösterdi. Araştırmanın lideri Dr. Michael Miller, "Sağlıklı bir kalp için günde bir kez egzersiz, doğru beslenme ve birkaç kez kahkaha atmak gerekiyor" dedi.
5. Tefekkür (meditasyon): Psychosomatic Medicine dergisinde yayınlanan araştırmanın lideri, California Üniversitesi Los Angeles (UCLA)'da görevli psikolog David Creswell, bilinçli tefekkür (meditasyon) programlarının ruhu ve insan sağlığını iyileştirdiğini söyledi.
Zaman Online

Başarı mı? Mutluluk mu?

Başarı mı? Mutluluk mu?

Bir gün ofisimde oturmuş kitap okuyordum. Aklıma bir soru takıldı: Başarımı yoksa mutluluk mu? Hangisi insanoğlu için daha önemli ve daha değerli? İnsanlarda mutluluk arzusu mu yoksa başarıl arzusu daha hâkim? Hayatta başarının mı yoksa mutluluğun mu peşinde koşmalıyım? 
İlk olarak kendimi dinledim. İçimdeki ses “Başarılı olduktan sona mutlu olabilirsin.” dedi. Ancak bu cevabı pek de inandırıcı bulmadım. Çünkü başarının sınırı yoktu ki. Hedef makamsa makamın sınırı yok, paraysa paranın sınırı yok, mal-mülkse onun da sınırı yok. Dahası “Tamam başarıya ulaştım artık bundan sonra rahatım.” diyen bir insanoğlu yok. Çünkü bir şeyleri başaranlar daha iyisini başarmak için yeniden koşturmaya başlıyorlar.
Sonra gördüm ki mutluluğun başarıya bağlı olduğu yanılgısının hepimizin düşüncelerine sirayet etmiş. Mutluluğu ilk önce başarının ardına atıyoruz. Sonrasında uzağa attığımız mutluluğu aramaya koyuluyoruz. Üstelik başarının peşinden koşarken mutluluğu yitiriyoruz. Sanırım durumumuz para peşinde koşarken sağlığını kaybeden ve daha sonra da kazandığı parayla sağlık satın almaya çalışan biçarenin haline benziyor.  
Günümüz dünyası başarıyı empoze ediyor. Kişisel gelişim sektörü almış başını gitmiş. Her gün başarı vaat eden onlarca kişisel gelişim kitabı piyasaya çıkıyor. En çok satan kitaplar da onlar zaten. Yayınevleri içimizdeki başarı açlığını doyurmaya çalışıyor. Danışmanlık şirketleri ise başarı eğitimleri ile yayınevlerine çanak tutuyor.
Peki, gerçekten ihtiyacımız olan başarı değil de mutluluksa. Başarmaktan çok mutlu olmaya muhtaçsak. 
Ben açıkçası günümüz insanının başarıdan daha çok mutluluğa ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Çevreme baktığımda mutsuz insanlar yığını görüyorum. Gelin, bir anlaşma yapalım; mutluluğu başarının ardına atmaktan vazgeçelim. Mutluluk başarının ardında değil yanıbaşımızda çünkü. Mutluluk yağan karda, bebeklerin gülümsemesinde, çiseleyen yağmurda, şehre çöken siste, yaklaşan bayramda belki. Küçük mutlulukları yakalayıp biriktirelim diyorum ben.
Başarı mı? Kendi içinde mutluluğu yakalamış bireyin bir şekilde başarılı olacağına inanıyorum zaten. Diyelim başarılı olamadı. Sonuçta mutlu ya, yetmez mi? 
Artık Haber 7’de ilk olarak insanın mutluluğu merkezli yazılarımla sizlerle olacağım.  Burada okurlarıma mutluluk aşılayacağım. Sizden bir ricam var. Bu aşıyı siz de alın lütfen. Önce kendinize sonra sevdiklerinize yapın mutluluk aşısını. Hedefimiz mi? Mutlu insanoğlu. 
Ama önce bir seçim yapın. Başarı mı mutluluk mu?
Mehmet Teber - Haber 7
m.teber@cplaniakademi.com